Madalena caddesi’nin renkli ve kalabalık yokuşundan yürürken biraz sonra Özge Topçu’nun yeni atölyesinde karşılaşacağım deneyimden habersizim. Özge Topçu şimdiye kadar İngiltere, Portekiz ve Avrupa’nın farklı yerlerinde gerçekleştirdiği sanatsal çalışmalarıyla dijital dünya ile modern yaşamı kavuşturan sıra dışı yaklaşımların başarılı bir temsili oldu. Antik el yapımı tekniğiyle ürettiği terakota eserleri, doğal ve sürdürülebilir yapısıyla günümüz dünyasının karanlık gidişatına karşı ağırbaşlı bir isyan olarak düşünebiliriz.
Özge Topçu’nun yeni atölyesinde geçmişle geleceğin arasındaki bağı çağrıştıran hoş bir kil kokusu eşliğinde keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik.
Art Night London kapsamında gerçekleştirdiğiniz projeniz Agora, Kılıç Ali Paşa Hamamı’nda gerçekleştirdiğiniz dijital “Skylight” ile heykel sanatını farklı disiplinlere de yaydığınızı gösteriyorsunuz. Bunu yaparken nelerden ilham alıyorsunuz ve hangi sanat mecralarını kullanmayı tercih ediyorsunuz?
Agora’da heykel sanatının ulaşılabilir nesnelerle buluştuğu “enstalasyon” mecrasını kullanarak heykeli daha dinamik ve katılımcı bir forma sokmak istedim. Kentsel dönüşüm altındaki Londra’nın Battersea mahallesi yakınlarındaki eski halk pazarı, meyve-sebze-taze çiçek hali olan New Covent Garden Marketi’nin dönüşüme girmeden son ahşap pazar kasalarını kullanarak, bir ay boyunca mahallenin yerel halkının katılımıyla, mekanla iç içe geçen antik mimari yapılar oluşturduk; amfi tiyatro, küçük bir tapınak ve kule gibi… Etkinliğin tüm Londralılarla buluştuğu gece ise bunu herkesin katılımıyla bir kutlama anına dönüştürdük. Buna akademide “yeni nesil kamusal sanat” deniyor ve etkinliğin hakimiyeti halka ait. Bunu kendi sanat yaklaşımıma uygun bulduğum için sanatın katılımcı olmasına önem veriyorum. Proje SAHA ve Faruk Sade Sanat Fonu katkılarıyla da gerçekleşti.
Kılıç Ali Paşa Hamamındaki Skylight yapıtı da benzer bir mantıkla ama sanal olarak üretilmişti. Mekâna özgü enstalasyon disiplinimi Covid döneminde manalı kılmak adına beyaz galeri duvarlarındansa tarihi ve mimari olarak değerli bir hamamın çevrimiçi olarak evlere ulaşmasını daha anlamlı buldum.
‘ZAMANIN DONDURULDUĞUNU HİSSEDERSİNİZ’
Antik el yapımı tekniğiyle ürettiğiniz terakota seramik çalışmalarınızda öze dönüş eğilimi gözlemleyebiliriz. Uzun bir yolculuğun ardından eve dönme hissini andıran hem rahatlatıcı hem de tanıdık objelerle bir aradayız. Fas’ta yaptığınız seyahatlerin ardından içinizde üretim için nasıl bir itki duydunuz?
Fas’ın coğrafi ve tarihi konumu enteresan. Marakeş gibi şehirlerde zamanın dondurulduğunu hissedersiniz. İlhamını tarihten alan bir sanatçı olarak bu seyahatler beni derinden etkiledi. Hem mimarisi hem günlük yaşam objeleri gözlemleyip bu ilhamla kendi elimle topraktan üretme güdümü tetiklediğini söyleyebilirim. Kuzey Afrika yerel mimarisi orta doğu antikitesi ile birleştiğinde oluşan form hem çok doğal, sürdürülebilir hem de anlamlı ve estetik.
Son performatif enstalasyonda görsel, işitsel ve dokunsal algılara hitap eden bir duygu deneyimi hedefliyorsunuz. Bu yaratım sürecinde karşınıza tesadüfi çıkan ve sizi şaşırtan keşifler oldu mu? Yoksa bizim farkında olmadığımız ama eserlerin içlerinde barındırdığını bildiğiniz seslere ulaşacağınızı planlanan bir süreç miydi?
Kille “Yeniden Şifrelenmiş Yazılar” çalışmamda amacım dile benzer bir ses alfabesi sunan ve bu kompozisyonlarla ses sanatı yaratabilecek seramik nesneler üretmekti. Yeni bir alfabe üretmeye girişmişken tarihte alfabenin türediği Fenike Alfabesi’ne dönüşüverdi. Bu yola çıktığımda alfabenin aslında ne olduğu ve nerden türediği, gerçekte neleri temsil ettiğine dair bilgilerim çok sınırlıydı. Süreç beni çok derin ve entelektüel bir yolculuğa götürdü. Etimolojiye ilgim vardı. Bununla birleşince “Elif” kelimesinin temsil ettiği A harfinin aslında öküz başının görsel temsilinden türediği, “Waw” harfinin kancayı temsil edip noktalama işaretlerinde virgüle dönüşmesi, Arapça ve Türkçe’de “ve” olarak kanca gibi kavramları bağlaması, “SLM” kökünün hem Arapçaya hem İbranice Salam/Shalom’a dönüşüp aynı anlamda kalması beni çok etkiledi ve bugünle ilişkisini kurdu.
Ürettiğim şişemsi manifold heykellerden dinlenen sesler bir performansa dönüştü ve yapıtın sergilenmesinde bir katman olarak etkileşime aracılık sağladı.
‘MÜCADELECİ BİR YAPIM VAR’
Bir süredir Lizbon’da yaşıyorsunuz, Gülbenkian Müzesi’nden ödül aldınız. Gülbenkian Müzesinde Kelime’nin Gücü adlı serginin küratöryel ekibinde yer aldınız. Devlet kanalı RTP’de iki adet video röportajınız yayımlandı. Bu süreçlerin üretiminize katkısı oldu mu ve Türk bir sanatçı olarak yurt dışındaki deneyiminiz hakkında söylemek istedikleriniz var mı?
“Yeniden Şifrelenmis Yazılar” üzerinde çalışırken RTP ile söyleşi yaptık. Bunun etkileşimime ve motivasyonuma hızlandırıcı bir etkisi oldu. Gülbenkian Grant ile katıldığım AIR 351 sanatçı misafir programında “Terranean” adlı enstalasyonumu gerçekleştirdim. 3 yıl boyunca Lizbon’da Hypercube Space adlı sanat mekânın kurucu yöneticiliğini yapıp uluslararası, Portekizli ve Türk sanatçıların işlerini sergiledim. Bu süreçte yine Portekiz’in en önemli gazetesi Diaria Noticia’da tam sayfa yazılı röportajım yayımlandı. Yaptıklarınızın değer görüyor olması motive edici bir süreç. Bunun yanında yurt dışında yaşamanın yabancılar üzerinde yarattığı bir yalnızlık olduğu gerçeğini yadsımıyorum. Konfor alanı dışında olmak kimileri için bir motivasyon sebebiyken kimileri için yıpratıcı bir süreç. Mücadeleci yapım olduğu için bunun bana olumlu faydası oldu.