Sondan başlayayım: Jüri başkanı ve üyeleri, en kötü film palmiyesini vermek zorunda kalmayacakları için çok şanslı olduklarını düşünüyorlardır herhalde!
Evet, 1979’dan bu yana her yıl izlediğim festivalde, üst üste bu kadar büyük düş kırıklığı yaşandığını anımsayamıyorum… Beklentilerin büyüklüğü, fısıltıların çıtayı daha da yukarılara çıkarmış olması, iki usta yönetmene yönelik saygı ve beğeni, kuşkusuz şaşkınlığımızı daha da artırdı; düş kırıklığımızı ikiye katladı; bir noktada, öfkemizi yoğunlaştırdı.
İKİ USTA YÖNETMEN
Coppola gibi büyük bir sinema devine, Hollywood’u yenileyen, 1974 ve 1979’da iki kez Altın Palmiye kazanan, yenilikçi cüretkâr yönetmene, “Megalopolis”i yarışma dışı gösterelim, demek daha doğru olmaz mıydı? Lanthimos gibi düş gücü olağanüstü bir yaratıcıya da bu kez biraz soluk al, “Kinds of Kindness”ı aceleye getirme, geçen güz Venedik’te Altın Aslan aldıktan sonra, gel bu yıl da Cannes’da jüri üyesi ol, denilebilirdi… Yine de dünya sinema basınının çoğunluğu, yüzde 90 gibi yüksek bir oranda bile olsa yanılıyor varsayıp, olumlu ve yapıcı olmaya çalışalım:
Yaklaşık otuz yıldan bu yana, göz göre göre çıkmazlara yönelen, uçurumlara doğru hızlanarak koşan dünyamızın küresel düzeyde geldigi korkunç tehlikeli konumu gören ve hisseden iki yönetmen, alarm zillerinin sesini isteyerek ya da farkında olmadan yükseltmiş olabilirler.
Coppola, Antik Roma tarihini anımsatarak, yarına yönelik çözüm üretici olmayı hedeflerken, her konuyu birlikte işleme, metaforlarla süsleme ve yer yer de ders verme dürtülerinin çekici ağırlığından kurtulamamış olabilir. Görselliği ve estetiği de zaman zaman şişirme ve alabildiğine kitch kalmış sayılabilir…
Hayvanlara insanlardan daha fazla güvenen ve seven Lanthimos, kendine özgü çılgınlığın kışkırtıcılık dozunu farkında olmadan ya da özellikle yüksek tutmuş olabilir…
Ne Adam Driver, Dustin Hoffman, Jon Voight gibi büyük oyuncular Francis Ford Coppola’yı ne de Emma Stone ile Willem Dafoe ikilisi Yorgos Lanthimos’u kurtarmaya yetmiyor…